Üzeyir Lokman ÇAYCI : DEMOKRASİ ÇARKI
9 pages
Turkish

Üzeyir Lokman ÇAYCI : DEMOKRASİ ÇARKI

-

Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres
9 pages
Turkish
Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres

Description

DEMOKRASİ ÇARKI Üzeyir Lokman ÇAYCI Yüzbinlerce insanın bulunduğu büyük bir meydandaydım.Yüksek bir kürsüde üzerinde tarihibir kıyafetolan yaşlı birisiyle, on beş yaşlarında yüzü pırıl pırıl olan bir çocuk bulunuyordu. Kalabalığa rağmen öylesine etkili bir sessizlik vardı ki, gerek kuşların ötüşü gerekse ağaçlarınhışırtısı duyulabiliyordu. Yer yer öksürük sesleri ve hapşıranlar dalgalar halinde bu ahengi bozuyorlardı. Yaşlı adam kürsünün önüne iyice yaklaştı ve kalabalığa doğru eliyle işaret ederek : « sen gel ! » diye seslendi. Yüzlerce kişi ellerini göğüslerine dokunarak « ben mi ? » diye cevap vermeye çalıştılar. « Hayır… mavi gömlekli arkadaşımızı davet ediyorum. » dedi . « Olamaz…» diyordum kendi kendime. Tarif edilen kişi bendim.Zaten yanımda bulunan kişiler de beni uyararak « seni çağırıyor…» diyorlardı. Kalabalığı yararak yarım saat içerisinde kürsüye ulaştım. Herkes dikkatlice bana bakıyordu. Dedim :«Burada herhalde bir tiyatro gösterisi olacak… ama bu adamcağız beni neden binlerce kişi arasından çağırdı? » Önce elinden öpmek istedim, izin vermedi. Bana sarılarak yanaklarımdan öptü. Sonra kalabalığa seslenerek «size biraz tuhaf gelecek ama bugününözetini yapabilecek, zamanı irdeleyebilecek kişilerden biri de bu arkadaşımız... Şimdi size hitap ederek hiç olmazsa gelecek için yerinde kararların alınmasına katkıda bulunacak. Ben kendisinin haberi olmasa dahi yıllardır çalışmalarını takip ediyorum. » Bana mikrofonu vermişti.

Informations

Publié par
Publié le 05 août 2016
Nombre de lectures 100
Langue Turkish
Poids de l'ouvrage 1 Mo

Extrait

DEMOKRASİ ÇARKI
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Yüzbinlerce insanın bulunduğu büyük bir meydandaydım. Yüksek bir kürsüde üzerinde tarihi bir kıyafet olan yaşlı birisiyle, on beş yaşlarında yüzü pırıl pırıl olan bir çocuk bulunuyordu. Kalabalığa rağmen öylesine etkili bir sessizlik vardı ki, gerek kuşların ötüşü gerekse ağaçların hışırtısı duyulabiliyordu. Yer yer öksürük sesleri ve hapşıranlar dalgalar halinde bu ahengi bozuyorlardı.
Yaşlı adam kürsünün önüne iyice yaklaştı ve kalabalığa doğru eliyle işaret ederek : « sen gel ! » diye seslendi.
Yüzlerce kişi ellerini göğüslerine dokunarak « ben mi ? » diye cevap vermeye çalıştılar. « Hayır… mavi gömlekli arkadaşımızı davet ediyorum. » dedi .
« Olamaz…» diyordum kendi kendime. Tarif edilen kişi bendim. Zaten yanımda bulunan kişiler de beni uyararak « seni çağırıyor…» diyorlardı.
Kalabalığı yararak yarım saat içerisinde kürsüye ulaştım. Herkes dikkatlice bana bakıyordu. Dedim : «Burada herhalde bir tiyatro gösterisi olacak… ama bu adamcağız beni neden binlerce kişi arasından çağırdı? »
Önce elinden öpmek istedim, izin vermedi. Bana sarılarak yanaklarımdan öptü. Sonra kalabalığa seslenerek «size biraz tuhaf gelecek ama bugünün özetini yapabilecek, zamanı irdeleyebilecek kişilerden biri de bu arkadaşımız... Şimdi size hitap ederek hiç olmazsa gelecek için yerinde kararların alınmasına katkıda bulunacak. Ben kendisinin haberi olmasa dahi yıllardır çalışmalarını takip ediyorum. »
Bana mikrofonu vermişti. Konuşmaya başladım:
Sevgili büyüklerim, kıymetli kardeşlerim ben bu kürsüye gelerek sizlere hitap edeceğimi hiç aklımın ucundan geçirmiyordum.
Biliyorsunuz ki hepinizin ortak düşünceleri ve duyurmak istedikleri endişeleri var. Millet olarak ihtilallerle, haksızlıklarla ve dış mihraklı terör hadiseleriyle etkisiz hale getirildik. Seçim zamanları bizden üstün olduklarına inandığımız insanları sık sık meclise gönderdik. Tabii havamızı aldık. Hayal kırıklığı bir yana, seviye, tahsil ve tecrübe gibi meziyetlerini göz önünde bulundurmadığımız için onlar bize tepeden bakmaya çalıştılar. Söz verdiler yerine getirmediler, milletvekili seçildiler yanımıza dahi gelmediler. Onların yüzlerini seçimden seçime görebildik. Yani biz ne ektiysek onu biçtik.
Ben aklımdan şunları geçirdim hep... Demokrasi halkın kendi kendini idare ettiği bir yönetim şekli değil… Zenginin, hırsızın, güçlünün söz sahibi olduğu; fakirin, güçsüzün ve samimi insanların etkisizleştirildiği hatta ezildiği bir kurnazlık rejimidir… İnsanlar kullanıldıkları ölçüde yaşama ve var olma haklarına sahiptirler. Sizin seçtiklerinizi başkalarının yok ettiği veya dış güçlerin yönettiklerini gayet iyi biliyorsunuz.
Zamanımızda deprem oluşturan, bulutlara yön veren uzay teknolojilerinin varlığını biliyorsunuz. Bunu hadiselerin yaşandığı bölgelerden ve ülkelerden de anlayabiliyoruz. Günümüzde İstanbul gibi büyük şehirlerden insanların uzaklaştırılmaları için emperyalist güçlerin organize ettiği ya yapay planlanmış olaylar ya da depremle ilgili haberler sık sık gündeme getiriliyor. Bizim hazır olmadığımız, dış güçlerin aylarca hazırlık yaparak körüklediği olaylarla sıkıntılarımız arttıkça artıyor. Dünyanın bozulan dengesi üzerinde yapılan hesaplar sadece insanlar ve ülkeler üzerinedir. Bu sebeple akıllı ve güçlü olanlar söz sahibi oluyorlar. Her şey şimdi uzaydan takip ediliyor. Biz bir yerlerde zaman öldürürken onlar çeşitli şekillerle ülkeleri işgal ediyorlar. Ülkenizdeki herhangi bir yöneticiyi dahi etkileri altına alarak hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar. Zamanımızda paranın köleleri ve kukla insanlar çoğaldılar.
Seçmenlerin yüzde yirmi ikisinin oylarıyla iktidara gelenler demokrasi çarkını nasıl döndürmeye çalışıyorlar? Önce bunu irdelemeliyiz…
Türkiye’deki sistemin önce şiir okudu veya şunu bunu yaptı diye itham ettiği insanlar sonradan o sistemin başına getirilebiliyorlar. Yani önce mağdur sonra yetkili… İtham edildikleri anda kin duydukları insanlar yetkili oldukları sırada da onların hedeflerinde yer alabiliyorlar. Böylece ister istemez ülke sağlıksız ve etüt edilmesi gereken yönetimlere terkediliyor. Bununla beraber biz millet olarak hep mağdurların yanında yer alma alışkanlığına sahibiz. Bu sebeple yapılan basit suçlamalar sonradan mağdurları yükseklere taşıyarak ekmeklerine yağ sürmeye vasıta olmaktadır.
Düşünün ülkemizde karikatür sanatçıları hedef alınarak kanun çıkarılabiliyor, onlar hakkında zehir zemberek konuşmalar yapılabiliyor. Adeta sanatçılar hedef gösterilerek mahkûm ettirilebiliyor. Demokrasinin katmanları arasında ezilmek istemeyenler sanatlarını icra etmekten çekinme noktasına getiriliyorlar. Sanatçıya karşı savaş açan adamlar yetkilerini de kullanmak suretiyle yarın mahkeme kararlarıyla milyarlarca lira para cezası ödeterek güçlerine güç katacaklar, sanatın ve sanatçının erimeleriyle hatta yok olmalarıyla da gurur duyacaklardır.
Babam elli yıl önce gönderdiği dilekçeye cevap vermeyen Niğde Valisi’ne ikinci bir mektup yazarak « görevini neden yapmadığını, hangi yüzle vali olarak makamını işgal ettiğini » soruyor. Vali kendi eline geçmeyen ve yardımcılarının masası üzerinde bulunan dilekçeyi alarak on dört kilometrelik mesafede bulunan Bor’a geliyor. Akşamüzeri babamla evimizde görüşüyor. Özür dileyerek « hakkını helal etmesini » istiyor. Ve dilekçeye olumlu cevap vermek suretiyle babamın dileğini yerine getiriyor.
İnsanları kucaklayarak hizmet yapma alışkanlığı günümüzde ne yazık ki kayboldu. Emperyalist ülkelerin güdümüne girme moda haline geldi.
Bir başbakanın ağzından çıkan sözlerle ülke yönetiliyor. Ben şahsen,
ilim adamları, öğretmenler, iş adamları, kuvvet komutanları, siyasi partilerin temsilcileri, tecrübeli politikacılar, emekliler, valiler, yazarlar ve gazeteciler, sanatçılar ve serbest meslek sahipleri, halk temsilcileri ve milletvekilleriyle ortak toplantılar yapılarak milleti ilgilendiren kararların alınmasına taraftarım.
Karşımdaki insanların beni can kulağıyla dinlediklerinin farkındaydım. Bu konuşmalarımdan sonra alkışlanmamamı istedim. Tekrar yaşlı kişiye elini öpmek için yaklaştım. Elini çekerek öpmeme izin vermedi. Bana sarılarak yanaklarımdan öptü. Mikrofonu elimden alarak konuşmaya başladı :
- Kardeşimiz bizim özümüzdekilere tercümanlık yaptı. Ben Osmanlı'yım. Yanımdaki küçük kardeşimiz Türkiye... Bize biraz evvel güzel konuşmalarıyla seslenen de Türk halkıdır.
Oldukça heyecanlanmıştım.
Bu konuşmalardan sonra kalabalığa rağmen ortalığı öylesine etkili bir sessizlik kaplamıştı ki, gerek kuşların ötüşü gerekse ağaçların hışırtısı duyulabiliyordu. Yer yer öksürük sesleri ve hapşıranlar dalgalar halinde bu ahengi bozuyorlardı.
Uyandığım da kuş sesleri evimizin önünde akisleniyordu. Derin derin nefes aldım. Rüyada da olsa bana verilen görevi başarmıştım.
Paris, 10.08.2005
¤
https://www.facebook.com/uzeyirlokman.cayci http://www.borhaber.net/demokrasi-carki-makale,781.html http://www.turkpartner.de/Yazarlar/UCayci/DCrk.htm
  • Univers Univers
  • Ebooks Ebooks
  • Livres audio Livres audio
  • Presse Presse
  • Podcasts Podcasts
  • BD BD
  • Documents Documents