BİRLİKTE TÜRK MİLLETİYİZ
33 pages
Turkish

BİRLİKTE TÜRK MİLLETİYİZ

-

Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres
33 pages
Turkish
Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres

Description

BİRLİKTE TÜRK MİLLETİYİZ ÇAĞRI Bizler; Türk Milletinin egemenliğini, vatanın bütünlüğünü ve Milletin birliğini tehdit eden çok yönlü ve çok kaynaklı tehlikeler karşısında “Birlikte Türk Milletiyiz - BTM” adı altında bir araya geldik. Amacımız; millî varlığımızı hedef alan görüş, eylem ve olaylar karşısında, Türk Milletini bilgilendirmek ve Türk Milleti adına hareket edenleri uyarmaktır. Bunun için hukukun ve demokrasinin bahşettiği bütün imkânları kullanmaya kararlıyız. 1919’da Amasya Genelgesi ile bütün cihana haykırıldığı gibi, bugün de,“vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. Ankara Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” diyoruz. Bu anlayışla; Türkiye’miz için tehdit ve tehlike oluşturduğunu düşündüğümüz iç ve dış kaynaklı temel sorunların tümünü bu kitapçıkta özetledik. Çalışmalarımız bu kitapçık çerçevesinde gerçekleştirilecektir. Bu çalışma, yurdun her tarafına yayılacak ve katılmak isteyen her Türk vatandaşına açık olacaktır. Saygılarımızla. 1 İÇİNDEKİLER 2 SUNUŞ Bugün Millî/Ulusal kimliğimiz ve Türk Milletini meydana getiren bütün değerler tartışma konusu haline getirilmiştir. Kimliğimiz tartışılırsa, egemenlik, istiklal, anayasa, devlet, sınırlar… tamamı tartışılır. Bu tartışmayı, Ermeni Diasporası ve PKK gibi Türk ve Türkiye düşmanları değil, bizzat Türkiye’de iktidara sahip olanlar açmakta ve desteklemektedir.

Informations

Publié par
Publié le 08 février 2016
Nombre de lectures 110
Langue Turkish

Extrait

BİRLİKTE TÜRK MİLLETİYİZ
ÇAĞRI
Bizler; Türk Milletinin egemenliğini, vatanın bütünlüğünü ve Milletin birliğini tehdit eden çok yönlü ve çok kaynaklı tehlikeler karşısında “Birlikte Türk Milletiyiz - BTM” adı altında bir araya geldik.
Amacımız; millî varlığımızı hedef alan görüş, eylem ve olaylar karşısında, Türk Milletini bilgilendirmek ve Türk Milleti adına hareket edenleri uyarmaktır. Bunun için hukukun ve demokrasinin bahşettiği bütün imkânları kullanmaya kararlıyız. 1919’da Amasya Genelgesi ile bütün cihana haykırıldığı gibi, bugün de,vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. Ankara Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” diyoruz.
Bu anlayışla; Türkiye’miz için tehdit ve tehlike oluşturduğunu düşündüğümüz iç ve dış kaynaklı temel sorunların tümünü bu kitapçıkta özetledik. Çalışmalarımız bu kitapçıkçerçevesinde gerçekleştirilecektir.
Bu çalışma, yurdun her tarafına yayılacak ve katılmak isteyen her Türk vatandaşına açık olacaktır. Saygılarımızla.
1
İÇİNDEKİLER
2
SUNUŞ
Bugün Millî/Ulusal kimliğimiz ve Türk Milletini meydana getiren bütün değerler tartışma konusu haline getirilmiştir. Kimliğimiz tartışılırsa, egemenlik, istiklal, anayasa, devlet, sınırlar… tamamı tartışılır. Bu tartışmayı, Ermeni Diasporası ve PKK gibi Türk ve Türkiye düşmanları değil, bizzat Türkiye’de iktidara sahip olanlar açmakta ve desteklemektedir.
“Darbe anayasası”denilerek anayasamız,“Kemalizm”denilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleri tartışılmaktadır. Zaman zaman da,“Anayasanın her tarafı değişti, ama ruhu kaldı”denilmek suretiyle asıl amaç itiraf edilmektedir.
“Darbe Anayasasına (!)”göre hazırlanan partiler kanunu, sendikalar kanunu, basın kanunu, YÖK kanunu ile kişisel hak ve hürriyetleri kısıtlayan kanunların tartışılması bunları ilgilendirmiyor. Hatta 1982’nin bu mirasından mutlu olduklarına dair, güçlü işaretler vardır. Onların ilgilendikleri tek konu,“millî egemenliğin”sahibi olan“Türk Milleti”isminin anayasadan çıkarılmasıdır. Böylece 1071’den beri asla değişmeyen milli/ulusal ve merkezi devlet yapısının “çok ortaklı”,bir anlamda federal hale getirilmesi; bazı parçalarının kantonlar halinde koparılması, geri kalanının da“ortak vatan”etiketiyle paylaşılmasıdır. Sonuçta, Türkiye Cumhuriyeti ortadan kaldırılmış olacaktır. Şüphe yok ki, bu bir projedir; sahipleri de emperyalistlerdir. Kendileri ittifaklar kurarak, birlikler oluşturarak (AB gibi) güçlenirken, bizde ki“etnisite, mezhep ve aşiretlere siyasi kimlik ve statü kazanırsanız, daha da demokratikleşmiş, özgürleşmiş olursunuz” telkini yapmaktadırlar.
Bunun için özünde tartışılan 1982 anayasası değildir. Yapılmak istenen; 1876, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarımızda titizlikle korunan, Türk Milletine aitmillî egemenliği, resmi dili, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü ve Türk vatandaşının eşitliği ilkeleriniortadan kaldırıp; bunu sosyal gruplara(etnisite ve mezheplere)paylaştırmaktır. Yönettikleri milletin adını bir türlü söyleyemeyenlerin, Türk Milletine buldukları son ad da“İbrahim Milleti (!)”olmuştur. Bu, gerçeğin inkârıdır; inancımızla milletimizi vurma oyunudur. Dünyada bir benzeri daha görülmeyen, milli şuuru yok ederek, egemenliğimizi ve devletimizi elimizden alma teşebbüsünün son halkasıdır.
Yukarıda açıklanan tabloya göre,“Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”tehlike altındadır. Bu ortam yerli, yabancı bütün düşmanlarımızın saldırısını arttırmıştır. Ülkemiz; içeride, asrımızın en kanlı terör örgütlerinden PKK/KCK, türevleri ve işbirlikçileri; dışarıda, Ege, Kıbrıs ve Ermeni meseleleriyle kuşatılmıştır. Emperyal odakların güdümünde, eş zamanlı ve uyumlu bir şekilde tırmandırılan bu kuşatma, nüfus yapımızı bozacak boyutlara ulaşan sığınmacı ve mülteci akınıyla da, tamamlanmış görülmektedir.
3
Bu kuşatmanın sorumlusu, hiç şüphe yoktur ki, AKP siyasetidir. Aynı zamanda bu siyaset; ideolojik hesaplarla Ortadoğu’ya düzen vermek üzere yola çıkıp, Kuzey Afrika’dan bölgemize kadar uzanan terör ve kanlı savaş bataklığında rol üstlenmiştir. Böylece ülkemiz, bütün dünyayı endişelendiren Ortadoğu bataklığının bir parçası haline gelmiştir.
Bu kuşatma ve bataklıktan kurtulmak, en hayati bir mesele olarak önümüzde durmaktadır. Varlığımızı korumak, yaşatmak ve güçlendirmek, azim ve kararında olduğumuzu bir defa daha ilân ediyoruz.
Bu çağrımız,“Uyan ve millî egemenliğe sahip çık!”davetidir. Türk Milletinin bütün duyarlı evlatlarını, aralarındaki ihtilafları erteleyerek, Milletimizin hukukunu savunmaya davet ediyoruz. Bunun için çağrımıza katılın, sayımızı artıralım ve saflarımızı sıklaştıralım.
Unutmayalım ki biz hep BİRLİKTE TÜRK MİLLETİYİZ.
4
MİLLETİN EGEMENLİĞİ VE VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ TEHLİKEDEDİR
İçinde bulunduğumuz durum,“çözüm süreci” adı verilen, halktan gizlenerek yürütülen, meşruiyeti olmayan bir siyasetin sonucudur. Bu siyasetin her adımı ve ayrıntısı çok iyi bilinmelidir. 11 Mart 2009’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün“Kürt meselesi”konusunda“iyi şeyler olacak”sözü, 1 Ağustos 2009’da Beşir Atalay’ın Polis Akademisi salonlarında“Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru”19 Ekim 2009’da Habur sınır çalıştayı, kapısında kurulan çadır mahkemeleri, Mart 2010’da yabancı bir devlet temsilcisinin koordinatörlüğünde yapıldığı ortaya çıkan Oslo görüşmeleri…(Muhtemelen bu görüşme, 2007 yılında MİT Müsteşarı Emre Taner’in girişimiyle başlayan, daha önce Filistin-İsrail barışı için çalışmış yabancı bir vakfın koordinasyonunda ilk toplantısı Oslo’da yapılan temasların bir parçasıydı.)Kamuoyuna malolan beşinci Oslo müzakerelerinde taraflardan biri olarak, KCK(Kürdistan Demokratik Konfederalizm/Kürdistan Topluluklar Birliği)Yürütme Konseyi Üyesi ve PKK Merkez Komitesi üyeleri yer almıştı… Bu görüşmelerde Başbakanı temsilen Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı ile MİT Müsteşar Yardımcısı, PKK liderleriyle Türkiye anayasasını ve Öcalan’ın serbest bırakılması konusunu görüşmüştür ve bunun için Öcalan’dan bir“yol haritası”almıştır. 30 Eylül 2012’de AKP 4. Olağan Kongresinde yeni dönemde yapılması planlanan işler; “manifesto”adı verilen 63 maddelik bir yol haritası şeklinde basın mensuplarına dağıtılmıştır. Yol haritasının bazı maddeleri şunlardır: Şartlar ne olursa olsun mutlaka yeni bir anayasanın ülkeye kazandırılması(madde 11);ana dilde kamu hizmetlerine erişim(madde 22);mevzuatta etnik ayrımcılık algısı yaratan bütün hükümlerin ayıklanması(Madde 32).
26 Eylül 2012 – 30 Ocak 2013 arasında İmralı’ya beş defa giden“Devlet Heyeti”ile KCK Genel Başkanı idam mahkûmu Öcalan arasında“İmralı Mutabakatı”altında bir yol adı haritası üzerinde uzlaşma sağlanır. Bugün de gündemde tutulan mutabakata“Çözüm süreci” adı verilir. Bu arada, 2013’ün Ocak, Şubat ve Mart aylarında BDP milletvekilleri, hükümetin izniyle defalarca İmralı’ya giderler ve Öcalan’la görüşürler. Artık Öcalan’ın Nevruz mesajı da hazırdır. Tarih 21 Mart 2013, Diyarbakır meydanında Öcalan’ın Nevruz mesajıyla“silahlı direniş sürecinden demokratik siyaset sürecine kapı açılmıştır.”
Ve 19 Ekim 2011’de Anayasayı değiştirmek üzere“Anayasa Uzlaşma Komisyonu” kurulur ve çalışmaya başlar. 23 Ağustos 2013’e gelindiğinde AKP, Anayasanın 66. Maddesindeki vatandaşlık tanımının şu şekilde değiştirilmesini ister: “Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” Böylece AKP, 30 Eylül 2012’de ilan ettiği“mevzuatta etnik ayrımcılık algısı yaratan bütün hükümlerin ayıklanması”(32. madde) taahhüdünü yerine getirmek üzere harekete geçer ve işe Anayasa’dan başlar. Buna göre artık bugünkü anayasamızdaki gibi“Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk” olmayacaktır. Renksiz(Kimliksiz), İmralı Mutabakatının 3. Maddesindeki ifadesiyle“nötr vatandaşlık”ın tarifi gereğince“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı”olacaktır. Artık milletvekilleri de“Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”demeyeceklerdir; Bu değişiklikle, Türk Milletine ait olan egemenliğin kilit taşı sökülmek ve milli devletin tasfiyesinin yolu açılmak istenmektedir.
5
Tabii bu tasfiyenin yapılabilmesi için“Türk sorununun” ortaya çıkmasını önlemek gerekiyor. Bu maksatla“Türk Milletini”ikna etmek üzere, 3 Nisan 2013’te, tamamına yakını aynı zihniyetteki akademisyen, gazeteci, sanatçı ve iş adamlarından oluşan bir“Âkiller Heyeti” kurulur. Heyet mensupları için ülkenin çeşitli yerlerinde kapalı salon toplantıları düzenlenir ve âkiller, katılımcıların tepkili soruları üzerine “nedir, bize bu’Çözüm süreci’ konuda bir bilgi verilmedi; ama bizler halkın düşüncelerini tespit etmek üzere göreve başladık” diyeceklerdir. Büyük çoğunluğu bölücü zihniyetteki 63 isimden oluşan ve yedi bölgede, yedi Komisyon halinde çalışan âkiller, sonuçta hazırladıkları raporları ilgililere verirler. Açıklanan raporda, yedi bölgedeki yurttaşlarımızın tamamının, bölücü terör örgütünün görüşlerine uygun taleplerde bulundukları iddia edilir. Böylece birçok araştırma ve anket firmasının çalışmaları ile asla uyuşmayan, hayali sonuçlarla kamuoyu yaratmaya ve halkı ikna etmeye dönük çalışıldığı ortaya çıkar. Zaten ilk toplantılarda alınan tepkiler üzerine de, daha sonra yapılan toplantılara, dinleyiciler seçilerek devam edilmiştir.
21 Mart 2014’te Diyarbakır’da yine miting vardır. Kürsüde yine okunan Öcalan’ın Nevruz mesajındaki;“… Bu barış, başta Rojava olmak üzere tüm bölgede ancak demokratik anayasal çözümlerle pekişecektir…”söylemiyle, “Kürdistan Demokratik Konfederalizm” hedefi açıkça ilan edilmektedir.
15 Temmuz 2014’te basında“çözüm yasası” olarak adlandırılan“Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesi”kanunu yürürlüğe girer. Kanunun adı böyledir ama 3.maddede“çözüm süreci” için çıkarıldığı açıkça kayıtlıdır:“Bakanlar Kurulu, çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir.”Ve 2. maddenin b fıkrası da görevlilerin Oslo, İmralı vb. görüşmelerini yasal garanti altına alır:“Gerekli görülmesi halinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verir ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşları görevlendirir.”PKK, KCK ile, İmralı ile, Kandil ile yapılan görüşmeler artık yasalaşmıştır.
Öcalan’ın Rojava dediği Suriye’nin kuzeyindeki PKK yapılanması da Suriye’deki iç karışıklıklardan yararlanarak güçlenmekte, yeni mevziler edinmektedir. PKK’nın Suriye kolu PYD(Demokratik Birlik Partisi),onun askerî kanadı da YPG’dir. Çözüm yasasının garantisi altında artık iktidar yetkilileri de PYD’nin lideri Salih Müslim ile rahatça görüşmektedir. Onlar görüşürken, Salih Müslim ve onun YPG’si de Suriye’nin kuzeyine iyice yerleşmektedir. Önce Suruç’un karşısındaki Ayn el-Arab (Kobani), Afrin, sonra Ceylanpınar’ın karşısındaki Re’sül-ayn, daha sonra Tel Abyad birer birer PYD’nin eline geçmiştir. Türkiye güneyden, Suriye üzerinden de kuşatılmaktadır.
Müslüman ülkelerdeki selefî örgütlenmeler içinden şimdi bir de IŞİD belası çıkmıştır ve Suriye topraklarının önemli bir kısmını işgal etmiştir. 02 Ekim 2014’te IŞİD, PYD’nin kalbi olan Ayn el-Arab’ın etrafındaki 350 köyü işgal etmiş, 6 Ekim’de de şehre sızmıştır. Türkiye’deki PKK’lılar sınırı geçip yoldaşlarına yardım etmek isterler. Güneydoğu il ve ilçelerinde gösteriler düzenlerler. Gösteriler tırmanır, HDP eş başkanının açık kışkırtması ile de şiddete dönüşür ve 6-10 Ekim arasında 54 kişi öldürülür.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere iktidar yetkilileri, 6-10 Ekim olaylarına büyük tepki gösterirler. Gösterirler ama PYD’ye yardıma gidecek olan Barzani güçleri (Peşmerge) 29 Ekim’de Habur’dan sınırımıza girer; Türkiye makamlarının izni, refakati ve ağırlamasıyla Türkiye topraklarından geçerek Ayn el-Arab’a gider.
Ayn el-Arab kuşatması ve 6-10 Ekim olayları çözüm süreciyle ilgili sıkıntılar da ortaya çıkarmıştır. Bir yandan Öcalan, çözüm süreci konusunda yeni adımlar atması için hükümete süre vermekte, bir yandan HDP,“Ayn el-Arab düşerse çözüm süreci biter”bir demekte, yandan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık, geri çektikleri silahlı militanları tekrar
6
Türkiye’ye gönderdiklerini ifade etmekte; öte yandan Kars’ta ve Yüksekova’da çatışmalar olmaktadır. 2015’e girilmiştir. HDP heyetleri bir İmralı’ya, bir Kandil’e gitmekte, çözüm sürecinin devamı için aracılık yaparak AKP iktidarının muhataplarıyla görüşmektedirler. Hükümet yetkilileri, çözüm sürecinin devamı için Öcalan’dan PKK’ya bir çağrı yapmasını istemektedir. Bu,“Silahlı mücadeleye son verin” çağrısıdır. Ama Öcalan’ın da şartı vardır: 10 maddelik demokratikleşme (!) programını hükümetin kabul etmesi. Öcalan’ın bu şartını 17 Şubat 2015’te HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş açıklamıştır: “Öcalan’ın çağrı yapması için hükümet önce 10 maddelik ev ödevini yapmalı. Onlar açıklamazsa biz açıklarız.” Böylece, 28 Şubat 2015’te iki taraf bir araya gelir ve ev ödevi açıklanır. Hem de Dolmabahçe Sarayı’nda. Bütün televizyonların kameraları heyete dönmüştür. HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder 10 maddelik mutabakatı açıklamaktadır: “Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan’ın temel belirlemesi de şudur: ‘Bu otuz yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde, silahlı mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi karar vermek için PKK’yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum’.” Bu metin, Başbakan Yardımcısı, İçişleri Bakanı, AKP Grup Başkanvekili ve Kamu Güvenliği Müsteşarınınhuzurunda, televizyon kameralarına, yani bütün Türkiye ve dünya kamuoyuna karşı okunur; ve bütün Türk milleti Öcalan’ın“şartlarını” dinler. Mutabakatın birinci maddesi, “demokratik siyaset tanımı ve içeriği”. Yani hükümet“demokratik siyaset”ten ne anlıyor, PKK ne anlıyor? Karşılıklı olarak ilk maddede bunu görüşeceklerdir. İkinci madde,“demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması”. Yani “çözüm”ün bir ulusal boyutu var, bir de “yerel” boyutu vardır. Dokuzuncu madde: “Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması”dır. İyi de,“ortak vatan”;kiminle kimin arasında? Vatanımız zaten bütün T. C. vatandaşlarının ortak vatanı değil mi? O hâlde Öcalan ve PKK “ortak vatan” derken kiminle kimin arasında vatanın ortak olmasından bahsediyor? İstedikleri şu:“Türkiye; Türklerle Kürtlerin ortak vatanıdır.” Yani iki unsurun/grubun ortak vatanı ibaresinin anayasaya konulması isteniyor. Onuncu maddede de, zaten“bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa”öngörülüyor.
17 Mart 2015’te HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş TBMM grup kürsüsünde üstüne basa basa“seni başkan yaptırmayacağız” diyor ve bunu üç defa tekrarlıyor. Seçimler de yaklaşmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan 22 Mart’ta Dolmabahçe mutabakatını doğru bulmadığını açıklıyor. Süreç tekrar sıkıntıya girmiştir. KCK Eş Başkanı Bese Hozat adlı terör örgütü yöneticisi PKK şartlarında ısrarlıdır:“Bizim şu anda kongreyi toplama gibi bir gündemimiz yok… PKK, devletin atacağı adımlar üzerinden kongreyi toplayacaktı. Biz kongreyi gündemden çıkardık. Kürt sorunu çözülmeden PKK böyle bir kongre yapmaz; Kürt kimliği tanınmadan, bu temelde anayasa değiştirmeden ve Kürtlerin statüsünü kabul etmeden böyle bir kongreyi asla toplayamaz.” 7 Haziran 2015. Genel seçimler yapılıyor, HDP barajı aşıyor, AKP % 41’de kalıyor ve 258 milletvekili çıkarıyor. Bu arada Suriye’deki PYD batıya doğru ilerlemekte, Hatay’a ulaşarak bütün güney sınırımızı kuşatmaya çalışmaktadır. Irak’tan gelen Peşmerge’nin PYD’ye yardıma gitmek üzere Türkiye topraklarından geçişine izin veren Tayyip Erdoğan, şimdi PYD’nin
7
ilerlemesinden şikâyetçidir:“Tüm dünyaya sesleniyorum; bedeli ne olursa olsun, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz.” (26 Haziran 2015). PKK liderlerinden Karayılan, üç gün sonra cevap veriyor: “Eğer onlar Rojava’ya müdahale ederlerse biz de onlara müdahale ederiz.” Ve 11 Temmuz 2015’te KCK, ateşkese son verdiğini açıklıyor. 14 Temmuz’da da “devrimci halk savaşı”nı başlattıklarını açıklıyorlar. Terör saldırısı başlamıştır. Çözüm süreci âdeta“şehitler süreci”hâline gelmiştir. Çözüm sürecinin başmimarı Erdoğan 07 Eylül 2015’te silah stoklanmasına göz yumulduğunuitiraf etmiştir:“Çözüm sürecini bunlar âdeta Güneydoğu’da, kısmen Doğu’da kendileri için silah stoklama süreci olarak değerlendirdiler. Çok ciddi bir silah stoklaması yaptılar. Burada, bu süreç içinde güvenlik güçlerimiz tabii, ‘herhangi bir çatışmaya, şuna buna girmeyelim’ dediler ama daha sonra anladık ki bu süreç içinde bunlar bunu yaptılar.” Aslında daha 2010’daki Oslo görüşmelerinde, Başbakanın özel temsilcisi olduğunu ifade eden Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı ve Başbakanlığa bağlı MİT Müsteşar Yardımcısı, PKK/KCK temsilcilerine, metropolleri bile patlayıcılarla doldurduklarını bildiklerini söylüyordu. Demek kiiktidarve ona bağlı birimler, yıllarca silahlanmaya göz yummuşlardı; “süreç”dedikleri kavram uğruna. Israrla, hâlâ süreci bitirmediklerini, buzdolabına koyduklarını, uygun ortam doğunca tekrar süreci başlatacaklarını ifade ediyorlar. İşin vahim tarafı, süreci kabul eden ve destekleyenlerin iktidar partisinden ibaret olmamasıdır. Gazeteler, televizyonlar, aydın etiketiyle takdim edilenler sürekli çözüm diye ağızlarını açmakta, çözüm diye ağızlarını kapatmaktadırlar. Birçok kuruluş da aynı istikamette görüş bildirmektedir. Bu durumda Türkiye, PKK’nın dayattığı“özerklik, özyönetim, Kürtlerin statüsünün anayasa ile belirlenmesi”kavramlarının kıskacı altında bütünlüğünü kaybetmeye ve bölünmeye doğru hızla sürüklenmektedir. Bu pazarlıkların bir ucunda bulunan aktör, mevcut iktidardır. Dönemin Başbakanı, 2000’li yılların başında kendisini Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlarından biri ilan ederek, bu pazarlıkların yalnızca içine düşülmüş bir çaresizlik nedeniyle yapılmadığını göstermiştir. Pazarlıkların, tümüyle ya da kısmen, iktidar sahiplerinin ideolojik ya da şahsi amaçlarına da uygun düştüğü için yürütüldüğü görülmüştür. Bu vahim durum karşısında, ülkenin ve milletin birlik ve bütünlüğünü düşünen insanlar olarak, Amasya Tamiminin üçüncü maddesinde belirtilen“Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”bugün de yüksek sesle dile getirmeyi görev biliyoruz. şiarını Aynı tamimin dördüncü maddesinde belirtilen“Milletin içinde bulunduğu bu duruma göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle cihana işittirmek için her türlü tesir ve denetimden uzak, millî bir heyetin varlığı”gereğinden hareketle millî bir heyet oluşturmayı zaruri görüyor ve bunu bütün kamuoyuna ilan ediyoruz. Yukarıda anlatılan süreç karşısında heyetimiz aşağıdaki hususları açıklamayı da görev bilmektedir.
8
DÜNYADA YENİ BİR DURUM VARDIR
Tek dünya hükümeti projesini gerçekleştirmek anlamındaki küreselleşme ideolojisi, hedeflediği yeni dünya düzeni kurulamadan çökmüştür. Dünya dengeleri, ulusal/millî devletler temelinde ve bunların çevresinde bölgeselleşme kapsamında yeniden kurulmaktadır.
Küreselleşmenin“tek dünya hükümeti” yaratma projesi, 2008 yılında kurumsal olarak çökmüştür.Çünkü milli menfaatler ön plandadır. Tüm dünya ülkelerini kapsayan çok-taraflı serbest ticaret görüşmeleri 2006-2008 yılında askıya alınmıştır. 2007 yılında AB-ABD ekonomik entegrasyonunu ilerletmek amacıylaTransatlantik Ekonomi Konseyi oluşturulmasını öngören anlaşma, 13 Şubat 2013 tarihinde Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) adı verilen görüşmelerin başlamasıyla sonuçlanmıştır. ABD öncülüğünde Amerika kıtası ülkelerinin Büyük Okyanus’un öteki yakasında Çin’i dışlayarak giriştikleri Trans-Pasifik Ortaklığı (Trans Pasifik Partnership –TPP) Anlaşması, Atlantik girişiminin kendi arkasını sağlama almayı da ihmal etmediğini göstermektedir. Çin ve Rusya’nın içinde olduğu Şanghay Beşlisi gibi bölgesel anlaşmaları, etkileri daha sınırlı çok sayıda bölgesel ekonomik işbirliği ve entegrasyon anlaşmalarını da göz önünde bulundurduğumuzda, “küreselleşen dünyanın artık yerini “düveli muazzama” liderliğinde “bölgeler dünyası”na bıraktığı açıktır. Ne var ki küreselcilik, yeni denge arayışında en temel dayanak olan ulusal devlet ve toplum mekanizmalarımızı büyük ölçüde tahrip etmiş durumdadır. 1980’li yıllardan bu yana sürdürülen, üretimi ihmal eden büyüme, liberalizasyon, kuralsız özelleştirme politikaları sonunda, ulusal iktisadi temelimiz aşınmıştır. Hem küreselcilik hem de bunun yürürlüğe koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi, ulusal/millî devleti, farklılık – azınlık – etnisite – mezhep ayrılıkları temelinde büyük ölçüde yaralamıştır. Bugün, dünyanın yeni denge arayışları içinde ortaya çıkmaya başlamış bulunan güçlüklerle baş edebilmek için, büyük yenilenme atılımları gerçekleştirmek zorundayız. Bunun için, öncelikle ulusal/millî varlığımızı güçlendirmek ve üniter devlete yönelmiş tehditleri bertaraf etmek gerekmektedir.
9
ULUSAL/MİLLİ DEVLET TEHDİT ALTINDADIR
Son zamanlarda; ulusal/millî birliğimiz, egemenliğimiz ve Türk Milleti’nin hukuksal yapısının temelini teşkil eden, bireylerin devlete Türk vatandaşı olarak bağlanması düzeni, ağır bir baskı ve saldırı altındadır. Bu baskı, Yeni Anayasa politikası ile birlikte hukuksal bir tehdide dönüşmüştür.
Önce “anayasal vatandaşlık” denen, sonra “eşit vatandaşlık” adı altında ileri sürülen yaklaşım, bu tehdidin siyasetidir. İktidar partisi bu yaklaşımı ilk olarak 2007 yılında, “renksiz, ideolojisiz, sivil anayasa” diyerek gündeme getirmiştir. Anayasa’da Atatürk’e yer olmadığı ilan edilmiştir. İzleyen yıllarda bunun, anayasadan Türk vatandaşlığının silinmesi, egemenlik hak ve yetkisinin Türk Milleti’nden alınması amacıyla hükümlere dönüştürüldüğü görülmüştür.
Bu düşünceye göre, Anayasa’dan ya“Türk vatandaşlığı”ya da silinecek “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı”yazılacaktır. Bazıları“Türkiye Vatandaşlığı”önermekte, böyle bir değişikliğin topluma kabul ettirilemeyeceği hissine kapılanlar ise, “vatandaşı tanımlamayalım, isimsiz bırakalım” görüşünü ileri sürmektedirler. Böylece milletin adı değiştirilebileceği veya milletin adı belirtilmeyebileceği gibi, topluma dünyada mevcut olmayan bir biçimde“Türkiye milleti” gibi, isimler de verilebilecektir. Neticede anayasadan Türk adının tamamen çıkarılması amaçlanmaktadır. Bir ulusu anayasadan silmek, kuşkusuz onu tarihten silmeye yetmez. Ne var ki, ulusların tarihteki varlıkları, egemenlik haklarını ellerine aldıkları zaman“gerçek”gelir. Türk hale Milleti varlık ve egemenlik hakkını ulusal kurtuluş savaşıyla, büyük bedel ödeyerek devam ettirmiştir. Ülkesinde egemen ve dünyada bağımsız bir millet olarak varlığını tüm dünyaya kabul ettirmiştir. Sahibi olduğu milli varlığından, bu varlıktan doğan egemenlik ve bağımsızlık haklarından kendi isteğiyle vazgeçebileceğini, bu hakların yok edilmesine izin verebileceğini düşünmek, akıl ve izan dışıdır. Kendini ve haddini bilmezlik, Türk Milleti’ni tanımamaktır.  Türk Milletinin kimliğine ve egemenliğine yönelik tehditler her durumda ortadan kaldırılacaktır. “Yeni Anayasa”saldırısı karşısında Anayasa’nın; Devletin kurucusu ve sahibinin Türk Milleti olduğunu ve anayasanın, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi edildiğini açıklayan başlangıç ilkeleri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez, tek bir egemenlik alanından meydana geldiğini ve dilinin Türkçe olduğunu gösteren 3. maddesi, Devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen 5. Maddesi, Egemenlik hakkının, kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğunu belirleyen 6. maddesi, Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez diyen 42. maddesi, Bireyin siyasal ve hukuki bakımdan“Türk vatandaşı” olduğunu tarif eden 66. maddesi, hükümleri kararlılıkla korunacaktır.
1
0
Bizim idealimiz, Türk yurttaşlarının kanun önünde eşitliğidir. İnanç ve etnik çeşitliliğimiz, sosyal ve kültürel değerlerimizdendir. Bu değerlerimiz, hukuki ve siyasi egemenlik unsuru yapılmadan, kültürel hayatımızda özgürce yaşanmalı ve saygı görmelidir. Bu düşüncemizin güvencesi de, bireyin eşit yurttaşlık statüsüne dayanır. Esasen anayasamız da bunu öngörmektedir. Kanunlar karşısında yurttaşların eşitliği, aynı zamanda, toplumdaki her çeşit farklılığın da eşitlenmesi demektir. İnsanlık, millet bütünlüğü içinde, etnik köken veya inanç gibi farklı özellikleri olan grupların eşitliğini sağlamak için, bundan başka bir yol bulamamıştır. Bu bakımdan, yurttaş eşitliğinin güçlendirilmesi ve korunması; yurttaşın özgürleşmesi, toplum huzur ve güvenliği açısından büyük önem taşımaktadır. Özgürleşmenin güvencesi de, ulusal ve laik siyasal rejimin kurucu temeli de, önemli ölçüde bu ilkeye dayanmaktadır. Milletleşmenin, etnik ve mezhep merkezli bakışın aşılması demek olduğu; milletleşme süreci geliştikçe demokrasinin olgunlaştığı; milletleşme süreci ile etnik ırkçılığın asla bağdaşmadığı gerçeği, hiçbir zaman unutulmamalıdır.
1
1
  • Univers Univers
  • Ebooks Ebooks
  • Livres audio Livres audio
  • Presse Presse
  • Podcasts Podcasts
  • BD BD
  • Documents Documents