Üzeyir Lokman ÇAYCI : GELMEZ OLAYDIK !
4 pages
Turkish

Üzeyir Lokman ÇAYCI : GELMEZ OLAYDIK !

-

Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres
4 pages
Turkish
Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres

Description

GELMEZ OLAYDIK ! Üzeyir Lokman ÇAYCI Hamza ve Nuh, birbirlerine gönülden, sımsıkı bağlıydılar. Yetmişer yaşındaydılar. Göbeklerine kadar inen sakalları, siyah şalvarları, bellerindeki renkli kuşakları ve başlarından hiç çıkarmadıkları önü siperli, altı köşeli şapkaları onları tanımlıyordu. Hamza’nın ak sakalı, Nuh’un da kara sakalı vardı… Amca çocuklarıydılar. Öylesine birbirlerine benziyorlardı ki görenler onları ikiz kardeş zannediyorlardı. Her ikisinin evli, ikişer oğulları vardı… Kars’ta olduğu gibi İstanbul’da da evleri bitişikti. Her ikisi de gelinleriyle ve torunlarıyla birlikte yaşıyorlardı. Her ikisinin eşleri de gelinlerine ellerinden gelen yakınlığı gösteriyorlardı. Oğulları Eminönü’nde hamallık yaparak ailelerinin geçimlerini sağlıyorlardı. Her ikisi de İstanbul’a geldiklerine bin pişmandılar. Dillerinden : « Hani taşı toprağı altındı buranın? Eğer altın olsaydı, yönetenler de sarraf olur bizim de, bu şehrin de kıymetini bilirlerdi? Neden geldik şu İstanbul’a?Gelmez olaydık... Ahhh Kars’ımızın, doğduğumuz yörenin kıymetini bilemedik. Deli gibi sattık savdık eşeklerimizi ve ineklerimizi! Nereden geldik şu insan tanımaz şehire? » gibi sözlerhiç eksik olmuyordu. Susuzluk, elektrik kesintileri, ulaşım zorlukları, hava kirliliği ve çukurlar onları oldukça etkilemişti…Bir yağmur yağsa evlerinin içlerine kadar her taraf göl gibi oluyordu.

Informations

Publié par
Publié le 20 septembre 2016
Nombre de lectures 2
Langue Turkish

Extrait

GELMEZ OLAYDIK ! Üzeyir Lokman ÇAYCI Hamza ve Nuh, birbirlerine gönülden, sımsıkı bağlıydılar. Yetmişer yaşındaydılar. Göbeklerine kadar inen sakalları, siyah şalvarları, bellerindeki renkli kuşakları ve başlarından hiç çıkarmadıkları önü siperli, altı köşeli şapkaları onları tanımlıyordu. Hamza’nın ak sakalı, Nuh’un da kara sakalı vardı… Amca çocuklarıydılar. Öylesine birbirlerine benziyorlardı ki görenler onları ikiz kardeş zannediyorlardı. Her ikisinin evli, ikişer oğulları vardı… Kars’ta olduğu gibi İstanbul’da da evleri bitişikti. Her ikisi de gelinleriyle ve torunlarıyla birlikte yaşıyorlardı. Her ikisinin eşleri de gelinlerine ellerinden gelen yakınlığı gösteriyorlardı. Oğulları Eminönü’nde hamallık yaparak ailelerinin geçimlerini sağlıyorlardı. Her ikisi de İstanbul’a geldiklerine bin pişmandılar. Dillerinden : « Hani taşı toprağı altındı buranın? Eğer altın olsaydı, yönetenler de sarraf olur bizim de, bu şehrin de
kıymetini bilirlerdi? Neden geldik şu İstanbul’a? Gelmez olaydık... Ahhh Kars’ımızın, doğduğumuz yörenin kıymetini bilemedik. Deli gibi sattık savdık eşeklerimizi ve ineklerimizi! Nereden geldik şu insan tanımaz şehire? » gibi sözler hiç eksik olmuyordu. Susuzluk, elektrik kesintileri, ulaşım zorlukları, hava kirliliği ve çukurlar onları oldukça etkilemişti… Bir yağmur yağsa evlerinin içlerine kadar her taraf göl gibi oluyordu. Bir yıl dayandılar… iki yıl sustular… Üçüncü yıl sabırları taştı ve iki komşu yola koyuldular… Sorup soruşturarak İstanbul Belediyesi’nin önüne kadar geldiler. O sırada orada bulanan genç bir bayana, Hamza : - Evladım burası İstanbul Belediyesi mi? Bayan : - Evet amca! Eliyle göstererek ; « Şu kapıdan gireceksiniz…» dedi. İçeriye girdikleri zaman tam karşılarında bulunan pala bıyıklı, iri ve çatık kaşlı danışma görevlisiyle her ikisi birden göz göze geldiler. Görevli kalın sesiyle : - Buyurun... bir arzunuz mu var? Her ikisi birden : - Evet evladım biz belediye başkanıyla görüşmek istiyoruz. Danışma görevlisi pala bıyıklarını parmaklarıyla sağlı sollu yukarıya doğru kıvırarak : - Bu biraz zor! Burası yol geçen hanı değil ki her geleni içeri alalım? Burada bu sebeple biz varız ya! Hamza : - Ah evladım… Bizim büyük bir hanımız vardı Kars’ta… İsteyen dilediği zaman girip çıkardı… Eşekler anırır, kuzular melerdi… Kapısı gece gündüz herkese açıktı… Ne içinde, ne dışında senin gibi pala bıyıklı danışma görevlisi de yoktu… Nuh : - Bizim de kapımızın önünde gece gündüz içine yiyecek koyduğumuz bir leğenimiz vardı. Gelen köpek yalar... geçen köpek yalardı. İri ve çatık kaşlı danışma görevlisi iyice sertleşerek : - İyi ya! İneklerle... kuzularla... köpeklerin yalamalarıyla... hanla... leğenle bizim ne alakamız var? Söylediklerinizden ben en ufacık bir şey anladıysam arap olayım? Her ikisi birden : - Ahhhh… Ah! Bizi kim anladı ki zaten?… Anlayanlar da yanlış anladılar! Görünüşünle hiç de arap olacağa benzemiyon? Evladım sen bizi belediye başkanına götür...bu bize yeter! Ona : « İki kişiler… bunların sakalları da var… Yaşlılar… Seni görmeye gelmişler... » de. O anlar! Danışma görevlisi düşündü... İçinden « birbirlerine benzeyen bu adamlar mutlaka belediye başkanımızın yakınıdır... » şeklinde bir his geçerek onları yukarıya çıkardı... Belediye başkanının makam odası önüne gelince her ikisine « Şalvarlarınızı düzeltin... çeketlerinizin düğmelerini ilikleyin... şapkalarınızı çıkarıp sol ellerinizin koltuk altlarına koyun... saç ve sakallarınızı da tarayın... akrabası da olsanız her ziyaretçinin belediye başkanına karşı görevidir bunlar! » Her ikisi birden seslerini yükselterek : - Hepsi bu kadar mı? Bizi herhalde yanlış yere getirdin? Sende lâf çok maşallah! Daha ilâve edeceğin bir şeyler varsa, eline fırsat geçmişken onları da söyle? Madem ki her ziyaretçinin belediye başkanına karşı görevleri var , belediye başkanının da her vatandaşa karşı görevleri yok mu? dediler. Danışma görevlisi kendi kendine « bu iki yaşlı adam herhalde benim başımı belâya sokacaklar? » dedi ve kapıyı tıkırdatarak her ikisini içeriye soktu.. Kendisi de alelacele merdivenlerden çift basamak atlayarak, oradan uzaklaştı...
Aşağıya indiğinde her tarafı açık danışma masası arkasında « bizimkiler belediye başkanımıza iyi şeyler yaşatacağa benzemiyorlar » şeklinde uzun uzun düşündü... Gözleri daldı... Derin derin iç çekti... « Onları içeri sokmakla bir hata mı yaptım yoksa? » gibi bir yığın vesvese içerisine girdi. Her ikisi birden içeriye girer girmez belediye başkanına : - Selamünaleyküm, dediler. Hamza : - Biz seni ziyarete geldik evlâdım. Kars’lıydık, gelmez olaydık... geldik İstanbul’a yerleştik. Geçen yağmur yağdı. Evimizi su bastı… Sen sorma evin içinde şaşkınlıktan her birimiz paçalarımızı sıvayarak saatlerce gezim gezim gezindik ! Yataklar… yorganlar, halılar, minderler ve yastıklar şirşibit suların altında kaldı... Hepimiz başladık beddua etmeye! İnşallah yerine ulaşmıştır... Ne kanalizasyon var... Ne kanal var? Çeşmelerimizden su yerine hava çıkıyor... Elektirik de sık sık kesiliyor. Yollar inşaatlarla kapalı... Çukurlarda ölen ölene! Kimsenin gıkı çıkmıyor! Konuştuk kendi kendimize gudümsüz insanlara reylerimizi verdik böyle oldu... Bu çektikleriniz az bile... Sizi gidi kafasız insanlar, şimdi de ulu orta konuşuyorsunuz? Oh olsun işte! Ektiğinizi biçiyorsunuz, dedik... Biri belediye başkanının sağ tarafına diğeri sol tarafına geçti. Belediye başkanının kollarından tutarak var güçleriyle yukarıya kaldırdılar... Nuh : - Gördün mü Hamza, Belediye başkanı oturduğu yere yapışık değilmiş! Hamza : - Yapışık olmadığını ennihayet gözlerimizle gördük! Belediye başkanı olanlardan bir şey anlayamadı. Öfkeyle : - Siz ne yapıyorsunuz Allahaşkına? Kafayı mı yediniz siz, be ihtiyarlar? Kime ne yaptığınızın farkında mısınız? dedi onlara. Hamza : - Biz tek şeyin farkındayız... Bu da senin gibi bir adama rey verdik... Buralara getirdik! Maşallah… maşallah sen çok rahatsın! Sırtını döndün bize! Gel keyfim gel! Makamına hiç kimsenin gelmemesi için de palabıklı insanlardan duvarlar da örmüşsün... Ah evladım ah! Senin dünyadan haberin yok? Biz üç senedir senin yüzünü hiç göremedik! Seçimlerden önce bize nice sözler verdin, sorunlarınızı mutlaka çözeceğim dedin... Kazandıktan sonra bir daha bölgemize gelmedin. Biz Nuh ile konuştuk... Gidelim bakalalım belediye başkanı yerinde mi? diye... Bugün baktık yerindesin. Çok şükür bu bizi oldukça rahatlattı... Bir de bakalım koltuğuna yapışık mı, yapışık değil mi? diye... Seni kollarından kaldırarak bunu da gördük... Yani yapışık ta değilsin… İki yaşlı vatandaş olarak şimdi sana soruyoruz, bizim problemlerimizle ilgilenmeyecektin de hangi yüzle belediye başkanı oldun ? Biz evlerimizde acı çekerken sen hangi vicdanla burada rahat rahat oturuyorsun ? Bu vurdumduymazlıklarınla aldığın maaşların helal olup olmadığını sen hiç kendi kendine düşündün mü? Nuh : - Hani seçimden önce mahallemize geldiğinde sakallarımızı okşayarak bizden rey istemiştin? Bizler de senin güler yüzüne tatlı sözlerine aldandık... Gittik kuzu kuzu sana rey verdik! Şimdi de deden yaşındaki bizim gibi adamlara utanmadan « kafalarınızı mı yediniz... » diye hakaret ediyorsun?… Nasıl olsa Belediye Başkanı seçildin! Bize ihtiyacın kalmadı değil mi? Adamların gül gibi evlatları, açtığınız çukurlara düşerek canlarını veriyorlar... Sen ve senin gibiler de bir de Müslüman
geçinerek bunları göre göre umursamazlık içerisindesiniz? Seçimlerde ALLAH lafzını dilinizden hiç düşürmüyordunuz? Nerede şimdi o ALLAH? Dilini mi yuttun konuşsana! Halk uyansa... hepsi tek tek buraya kadar gelip bizim yaptıklarımızı yapsa, bizim söylediklerimizi söylese senin gibi adamlar bir daha gelirler mi bu makamlara? Haydi gidelim Hamza bu adamdan ne köy olur ne da kasaba? Görmüyor musun, söyleyecek söz bulamadı... bön bön bize bakıyor... “Düş yansıması” İstanbul, 20.12.2006
¤
¤ 25.06.2007 11:09 Konu: Gelmez Olaydık!
Teşekkür ediyor, sevgilerimi iletiyorum...
ihsan Topçu
¤
¤ 25.06.2007 11:11 Konu: Gelmez Olaydık!
Paylaşımınız için teşekkür ederim Üzeyir bey. Saygılar.
Gül.Azderoğlu
¤
¤ 25.06.2007 13:11 Konu: Gelmez Olaydık!
Merhaba Üzeyir Bey, Göndermiş olduğunuz mizah öykünüz elimize ulaştı, Okuduk, elinize yüreğinize sağlık, tam da bu Türkiye'deki seçim dönemine denk düşüyor, Eurocanlar internet sitemizde kullanmamıza müsaade eder misiniz? Size Almanya'dan sevgi ve saygı dolu selamlarımı gönderiyorum . İlhan Değirmenci Eurocanlar çizgi roman mizah dergisi genel yayın sorumlusu
  • Univers Univers
  • Ebooks Ebooks
  • Livres audio Livres audio
  • Presse Presse
  • Podcasts Podcasts
  • BD BD
  • Documents Documents